2 Eylül 2007 Pazar

Böcek analizleri Part I


böcek analizi yapacağım sizlere içimden gereksizce geldi işte.doğayla kaldığım 1.5 aydır cins cins böcekle karşılaştım.bunların ilki karıncalardır ki benim için delirme sınırının çizgisidir bu böcekler.incitmeden öldürme teknikleri üzerinde ihtisas yaptığım bu kısa zaman neticesinde silikon tabancasıyla öldürülmeleri en acısız olanı olarak gözümde yer tuttu.ve incitmeden karınca öldürmek ve yuvalarının deliklerini kapatmak üzerine yaptığım bu araştırmalar sonucunu vermedi ne yazıkki bu kadar araştırmanın ve uygulamanın karşısında bana büyük bir ders verdiler aslında birleşik olmanın tek bilek olmanın bütün afetleri engelleyici özelliğini gözlerim önüne serdiler.bu kurtulma kampanyasına rağmen hala çayımın şekerinde ekmeğimin içinde şeftalimin çekirdeğinde karşıma çıktılar bu hayvanlar.helal olsun diyerek ikinci böcek türümüz olan sivrisineklere geçiyoruz.

sivsinekler ışığa mı geliyor hala bilemiyorum fakat odamın kapısının olmadığı ilk başlarda beni gerçekten sevdiklerini belli ettiler.özellikle her insanın gözle görebileceği bir yerim olan gözlerimin tam altını ısırmaları malesef kendimi kötü hissetmeme yetti de arttı.bu böcekler sivilce sendromunu yeni yeni atlatmakta olan biz zamane gençlerinin gerçekten karamsar olmasının nedenidir.

1 Eylül 2007 Cumartesi

Sonraları Unuttum


Yaşanmamışı yaşanmış olandan ayırandı sana hissettiklerim. Yani yaşanacak olması. Ama ne yaşandı nede yaşanacak. Başlamadan bitti Ankara’nın o soğuk manzaralı sıcak geceleri gibi. Ama bambaşka olmadı mı o duvarkağıdı sanıp astığımız sonrada olmamış diyerek yırtıp attığımız rüyalarımız. Olmamış meğer.


Sonraları unuttum. Yürürken acılarıma kulp takar üstüne birde o açık havada çekerdim içime zehir gibi sigara dumanını. Sigarada kesmiyo artık sen yokken ama sen hiç olmadın ki zaten o yüzden hiç başlamadım sigaraya. Ama çok dokunurdu ara sıra rüyalarıma girip, anlattığın peri masallarında yaşıyormuş gibi yapıp, sonra o korkunç kabuslarım da ağlattığında beni.


Sonraları unuttum. Geceleri yıldızlara isim verip dururdum sen sen Ali’sin, sen Veli, sen Eda, sen Esra. Ama bir türlü koyamadım ismini şu kayan yıldızın. Sonra bir gece Ay’la konuşurken kayan yıldızdan bahsettim. Ona senin adını koymaya karar verdik. Ama korktum ben, ya sende onun gibi kayıp gidersen. Sonra vazgeçtim ona da bir isim bulmayayım dedim. Yani anlayacağın isimsiz kaldı senin gibi. Zaten ara sıra görünürdü rüyalarımda göründüğün gibi, o da.


Sonraları unuttum. Ara sıra camdan bakar sen yokmuşsun gibi davranırdım. Ama sen zaten yoktun. O bahar akşamı yağmur yağıyordu bense yine seni arıyordum yağmurdan kaçan insanlar arasında. Bir ara görür gibi oldum ama değilmişsin o sen. Uyku tutmadı o gece hep pencereden baktım aradım bir kaç deli hastanesini orlarda da yoktun. Sonra gece kaçtı benden, güneş yaktı tenimi, bitirdi o yağmurlu korkak geceyi.


Sonraları unuttum. Bir fincan kahve molası verirdim işim bitince. Aslında ümit ederdim belki bir bardakta sen istersin diye. Ama olmadı. Elimde yalnız bir bardak vardı hep tıpkı ben gibi, yalnız bir. “Niye?” diye sordum iş arkadaşlarıma her seferinde. Ama onlar her seferinde “Neyi?” diye cevapladılar. Ve yine elimde kahfe fincanı beklerken dalgınlıktan düşürdüm fincanı artık ordada bekleyemiyorum seni.


Sonraları unuttum. Hep kalabalık caddeler de gezerdim belki çarparsın omuzuma kitaplarını düşürürsün diye. Beklediğim oldu çarptım birisine. Ama sonra o da bana çarptı hızlı bir şekilde sol gözüme. Hiçbir şeye yanmamda ya sol taraftan geçip gidersen.


Sonraları unuttum. Ama çok iyi hatırlıyorum beni terkedişini tıpkı geldiğin gün gibi. Ama sen hiç gelmemiştin ki o zaman demek ki gitmedin de. Geceler boyu bunu düşündüm durdum sen yokken. Hep olduğun ümidini taşıdım. Ben seni ben yaptığında tanıdım ve senin beni ben yaptığında ayrıldım. Düşündüm tüm gece belki de tüm sene hatırlamıyorum. Ya sen yolun karşısındaydın ya da ben ama bunu da hatırlamıyorum. Sen değilsen bile vurgundum ben sana. Sonraları unuttum.Ama, ama .............. , ama. Ama sı yok işte, unuttum. Senin geleceğin gün yeni bir fincan takımı alıcağım ve cadde cadde dolaşacağım. Çünkü zaten sen olacaksın. Geceleri düşünmeyeceğim artık onun yerine seninle konuşacağım. Gelmeni bekliyorum. Geldiğin zaman seninle beraber izleyeceğim o Ankara manzarasını. Sen varsın hissedebiliyorum. Çünkü canım sigara içmek istiyor daha önce hiç denemesemde.


Sonraları aklıma geldi de. Her neyse zaten unuttum gitti boşver.

Bilinmez III


Karanlık neden mi yazdırıyor bana? Gündüzleri kör oluyor düşünceler bir yalana bakmaktan.Ama gece öyle değil.Gece sessiz, gece sakin, gece huzur dolu bir tutamda korku yanında. Peki kör kime denir? Göremeyene mi yoksa düşünemeyene mi?Galiba bunun cevabı her ikiside değil ama ikisininde birleşimi.Gören göze hükmedemeyen gördüğünü düşünemeyendir kör.Ya da değil midir?Bilinmez.


Peki neden duymaz insan en yakınındakini? Çok mu duyulmak ister acaba tıpkı dinlemediği gibi.Ya da görmek isterken mi unutur bu yetisini.Belki de duyma istemez kötü zannettiği kaderini.Bilinmez. Cevaplar vermek kolay değildir belki de.Belki de öyledir.Buna kim karar verir? Cevabı arayan mı yoksa soruyu soran mı? Ya soruyu cevabı arayan sorduysa ya soruda cevapda saçmaysa.Peki buna kim karar verebilir? Bilinmez.


Sessizliği dinlemek mi tercihidir insanın yoksa sessizliğe boyun eğip kaybolmak mıdır kaderi? Neden susar insan başka bir insandan korktuğu için mi yoksa gereğinden çok fazla şey bildiği için mi? Bilinmez.


İnsanda ki bu görünüş gerçek midir? Giydiği elbiseler mi belli eder gerçek kişiliğini.Peki özgürlük müdür bunun ismi? Özgür olabildiği kadar insan mıdır kişi? Ya da farklı olabilmek mi özgürlüktür? Görüyormuş gibi yapıp görememek başkalarını duymak istememek midir? Nedir sessizliğe hükmetmek? Bilinmez.

Yaşamsal Tezatlıklar



Ve soruların cevapları tükendi. Ne beklentilerim kaldı hayattan ne de hayallerim. Bazılarının beklentileri hayalleridir. Benim öyle değil. Benim hayallerim asla bir kuruma kuruluşa bağlanmadan her şeyden ayrı yaşamak. Sadece insanların olduğu ve değerler üzerine kurulmuş küçük bir kasabada bir balıkçı olmak. Bunlar işte benim hayallerim. Ama hayatımda hayallerimi yaşatacak kadar yer yok.
Beklentilerim ise henüz vadesi dolmamış bekliyor. Sürenin dolmasına az kaldı. Benim bu hayattan beklentim bir kurum altında düzenli bir iş ve bakmam gereken bir aile. Yani anlaşılan bu mevzu tezatlıklarla dolu.
Hayat susuzluktan kavrulduğum bir çölde bir fincan kahve gibi. Benim dileğim suyu bulmak ama önümde duran sadece bir fincan kahve. Yanılgılarla bağdaştırmak kolay tabi hayatı sıradan, günlük, alımlı, unutkan ve miskin insanlarla dolu çünkü.
Sebepler doğurgan ve her doğan kavram aslında insanın sınırlarının içinde. Bunu anlamayanlar kavramların içinde boğulanlar. Her olay her olgu aslında insanoğlunun bu erişilmez sınırlarına dahil ama dediğim gibi insanlar sıradan, unutkan ve miskin. Sadece kurulu düzen tarafından dayatılan kanunlara uymakla yükümlü olduklarını zannediyorlar. Bir taraftan akıp giden zamana karşı birleşip ölüme meydan okuyanlar var bir taraftan da zamandan daha hızlı olma sevdalıları.
Zamanın en büyük öğretmen olduğu ve bütün öğrencilerini öldürdüğü sözü zihinlere yerleşmeden benim hayallerimin yaşanılan dünyanın herhangi bir yerinde mümkün hale gelmesi olanaksız. Belki bir balıkçı olmak basit bir hayal gibi görünebilir fakat kendimi ne zamandan ne de insandan soyutlayabilirim.
Ben benlik karmaşası yaşamadım ve yaşamıyorum. Çünkü henüz kimliğim oluşmadı bile. Kimliğimin tamamlanması ise bu bedenle birlikte son bulacak.

Bilinmez II

Ne tuhaf yaşamak ölüm kokan bedenlerde. Bu bedenlerin sığınağı ne acaba? Ruh mu ya da kan mı? Ne olduğu önemli mi ya da değil mi? Kim umursuyor bunu! Bunu umursayan insanların ne kadarı cevabı bulduğunu iddia ediyor? Bilinmez.

Ruh bedenin içinde hapsolunduğu vakit bir gereksinim doğar. Bu gereksinim ruhun bedene değil bedenin ruha gereksinimi. Yani ışığın gölgeye değil gölgenin ışığa gereksinimi. Herkes gölgeleri karanlık bilir hâlbuki ışığın günahıdır gölgeler. Işığın aydınlattığı nesnelerle olan günahı. Tıpkı ruhumun bedenimle yaptığı günahlar gibi. Günahsız bir et parçasının içindeki ışık huzmesinin soluk yansıması. Belki bu konuşulanlar, tartışılanlar, anlatılanlar gereksizdir bedene belki de gerçek hayatın kaynağıdır bu malzeme. Bilinmez.

Etraflıca bir baksa insan görebildiğinden öteye o zaman huzuru hisseder galiba. Görünenlerden çok görülmeyenlerle dolu çünkü insanoğlu. Adını kalp koyduğu ve zayıflıklarını, garip tavırlarını ve anlaşılmadığı kanısındaki eğilimlerini de içine attığı bu kavram gerçektende zayıflık mı insanoğlu için yoksa ruhun en sağlam öğesi mi?

Çocuktuk oysaki


Gözlüklü bir masal kahramanı gibi ikinci plandaydım hep hayatımın anlattığı masallarda. Belki nefessiz kalışımın anahtarıydı bu masallar da anlatılanlar. Soluk benizli derlerdi benim için. Barış çubukları çadırlar ve atlar vardır hayalini kurduğum yerde ve bir de kartal tüyleri. Ne kadar sahiciymişim oysaki çocukluğumda.
Ben kendimi bildiğimden beri içimdeki o kötülüğü hep bulmak istedim oysaki. Kimse buna neden göstermese de insanların kırılmalarını engelleyen bir yapısı olduğundan hep haberdardım. Bu sebeple olsa gerek çocukluğumun kırılgan yapısından kurtulmak istedim. Ağlayan o ufak çocuğu güçlendirmek ağlamamasını sağlamak için karar vermiştim o ufak aklımla. Ama o çocuk ben değildim hiçbir zaman.
Gökyüzü çekici gelmişti hep bana ergenliğimin aşklarını anlatmak istediğimde. İyi bir sırdaş olabileceği gelmişti aklıma ama bilmiyordum ki dilsiz sağırmış yıldızlar. Birgün gökyüzüne beni dinlermişcesine bakarken bir kaç tane çocuk benim baktığım yıldızların onlara ait olduğunu söyleyince sustum anlatmadım sırlarımı bir daha asla. Sonra anladım neden her yıldız kaydığında bir çocuk ölüyor dendiğini. Ne varsa masumiyet namına içinde taşıdığı o yıldızla beraber son buluyordu. Belki de yıldızlar iyi birer yoldaştılar ama asla ben öğrenemedim, sustular hep ben gelince.
Oynadığımız oyunlar sahiciydi bize göre. Çocukluğumunun oyunları çocukluğum kadar güzeldi. Ve masumdular ne kadar büyüyünce altında piçlik arasakta. Doktorculuk iyileştirmek içindi her zaman, evcilik örnekti gözümüzde anne olmanın baba olmanın örneği. Peki sonra neler oldu.
Yavaş yavaş içimize işleyen bir ihanet zinciri bağladı masumiyetimizi. O çocuk ağlamaz oldu nedense ama içi hala buruktu. Daha fazla acı çekiyordu şimdi ama ağlamıyordu nedense. Eskiden bir yerime taş gelse hüngür hüngür ağlayan bir çocuktum oysaki şimdi ise fiziksel acı veren hiç bir şey ağlatamıyordu beni. Sonra anladım fiziğin her zaman geçerli olmadığını.
“Çocuktum, ama büyüdün artık” dediler. Ben demedim hep artık büyüdüğünü kabullenenler dedi bana. Ben aslında hiç büyümek istemedim beni onlar büyüttüler.

Ben öleceğim...




reel ünvanlardan bıkmış bir hayalperest olarak gizemlerimin ifşa edilmemesi için elimden gelen çaba ve gayreti göstererek bir gün veda edeceğim dünyaya.

o gün ağlayanlarımdan olmak ellerinde olsada gözyaşı dökmeyenlere sitem yoktur nezdimde insanoğlu ağlamayı bilmeyince gelmez ki bu şifre gözlerinden.

hayat öncelikle sen dinle beni! ben beni benden çalan hiç bir kimsenin olmadım, ben beni yaratanın malı onun soluyan kölesiyim ne kadar öyle davranmasamda.o beni biliyor ara sıra unutsamda ona yalvarmayı.dönülecek olan odur o beni karamsarlığımın pençesinden kurtarak olandır.

belki bana eşlik edecek olanlar olacaktır ömrü hayatımda hep mutlu olmalarını isteyeceğim insanlardan oluşan kalabalıktır bunlar.ne ben onların ne de onlar benim içlerimizde yaşadıklarımızı tam olarak anlayamayacağız orası kesin de beni bilmeyenlere tek bildiğim sırrımı vereyim.ben asla istediğim gibi olamadım isteklerimin kuruntulu, gelip giden arzularının esiri oldum sadece yani esaretim bundandır.

şimdi geriye dönüp baktığımda tek farkına vardığım şey duygularım sebepli yaptığım hataların beni ne kadar yücelttiği terbiye ettiğidir.içimde açamadığım sırlar mevcut ve bunları asla haykırarak bağıramayacağımıda biliyorum fakat umrumda değil bütün bunlar artık.

ben hergün yaşadığım gibi devam edeceğim eğleneceğim muhakkak her gün.beni dış dünyaların içinde hapsolmuş iken tanıyan ve öyle bilenler için tek söyleyebileceğim hata ettikleridir.

Bilinmez I

Gölge nereye vurur uzağa mı yakına mı? Peki benim cesedim nereye düşer? İki metrekare toprağa mı yoksa sonsuz boşluğa mı?

Cevapları kolay sorular bunlar. Işık ne kadar vurursa gölge de o kadar düşer. Günahlarım ne kadar bulursa terazimde cesedim de o denli ruhuma eşlik eder. Peki insan neden yer, neden içer? Madem ruhum bu bedene hapsolmuş neden peşi sıra beni sürükler? Hayatı bilmece sananlara ağır gelen sorular bunlar. Sınavdan korkanların çalışmadığı cinsten.

Ben bunları yazarken benliğimi mi tatmin ediyorum yoksa hasta ruhumu mu tedavi ediyorum bilinmez .Ama bildiğim şeyi inkar edemem; bu sorumsuzluğu kabullenemem. Okunmasını istesem ne istemesem ne yazdıklarımın, sonuçta ezeli de ebedi de var eden benim de bu bencil duygumu biliyor ve ona göre hüküm veriyor.O beni sevdiği için varım ve ben onu sevdiğim için yazabiliyorum. Şükür ona olsun ve ondan gelen de gönül soframa buyursun.

Peki ya insanları sormalı neler peşinde elli altmış, bilemedin yüz senenin nezdinde. Boşa geçen zamana mı günah denmeli amacına giderken düşenlere mi yüklenmeli. Bilinmez.

İnanç insanı yükseltiyor bundan eminim. İnandığı şey her ne ise…. Peki ya doğru bildiği şeylerin yalan olduğunu öğrenmesi, var mıdır bundan dibe düşüren insanı?

Yaklaşımlarım ne kadar doğrudur bunu da tartışabilirsin. Sen küfürbaz değilsin ben de sarraf. Ama düşünmelisin ve düşünceni gizlememelisin, ne kadar yasak ne kadar soluk olsalar da… Ama sabit fikirli olup kilitlenmemelisinde. Anahtar sensin vücut sensin bilirsen sen bilirsin bilemezsen ezilirsin. Peki bilebilir misin?Bilinmez.